google-site-verification=-NAEpN6wpQ_pqQOHNz5s7a2Yc8O3-zmLaSG-U5TAb-Q google-site-verification=-NAEpN6wpQ_pqQOHNz5s7a2Yc8O3-zmLaSG-U5TAb-Q
top of page

Değişim sosyolojısı

Zihniyet düzeyinde modernitenin en temel bileşenlerinden biri olan ilerlemecilik onun felsefi ve siyasi olarak temellendirilmesinde temel bir rol oynamıştır. Hayatın farklı örgütlenmesine zemin hazırlayan bir dizi paralel değişimle birlikte ilerleme düşüncesi toplumsal düzeyde modern sistemin kendisini ifade etmesinde, sekülerleşmesinde en temel parametrelerden birisidir. İlerlemecilik Aydınlanma düşünürleri için geçmişle yeni kazanılan değerler arasında yapılan kıyaslama ile elde ettikleri sonucu kısa ve etkili bir biçimde ifade eden bir slogan idi. İlerleme ideolojisi, Aydınlanma düşünürlerinin “akılcı ve eleştirel insanın” imkânlarına duydukları derin bir güvenden kaynaklanıyordu. Bu projede insanın kendi aklı dışında, yabancı bütün otoriteleri dışlaması temel çıkış noktasıydı. (van der Loo&van Reijen, 2003: 66).

İlerleme ile ilerlemecilik birbirinden farklı olgulardır. Modern dönemde söz konusu olan ve bu bölümde ele alınan mesele ilerlemeciliktir. İlerleme insanlık için, bir toplum için bir vaka iken ilerlemecilik modern hayat sisteminin ideolojisidir. Bu anlamda ilerleme kavramının içeriğindeki değişim bize önemli ipuçları vermektedir. Reinhard Kosellec’in (2007) belirttiği üzere Rönesans’ta Orta Çağ’ın ilerleme kavramını ifade eden tinsel “profectus”un yerine dünyevi bir progressus geçer. Yani Orta Çağ toplumlarında bireysel gelişme ya da derinleşme anlamında bir ilerleme mevcut iken daha sonrasında bu toplumsal bir ilerleme olarak kodlanmıştır.


İlerlemecilik Bacon’da Antik Çağların eskiliği, dünya tarihi penceresinden onların aslında daha genç oldukları biçiminde bir karşılığa oturtulur ve sorun yeni olanın eskiye göre daha fazla deneyim sahibi olduğu biçiminde akılcılaştırılır. Böylece Bacon’a göre otorite aslında Antik dönemde, eskilikte, yaşlılıkta değil, aksine zamanın kendisindedir. Bacon’da görülen bu eğretileme değişikliği Pascal’da Tanrı’nın ebediyeti düşüncesine koşut olarak insanın yaşamına benzer biçimde insanlığın da bir ilerleyiş içinde olduğu görüşüne dönüşür. İnsan kendi bilgilerini eskilerin bilgileriyle birleştirerek ilerler. Fontenelle’in düşüncesi dünyada aklın sürekli ilerlediği yönündedir. Leibniz de bunu insandaki bir güdü olarak görür ve olası dünyaların en iyisinde olduğumuzu, bu dünyanın sürekli kendini yeniliyor olması olgusuna bağlar. Sonraki dönemlerde insanlığın tıpkı bir ömür içinde olduğu gibi bir çocukluğundan ve sonraki büyümesinden söz edilir. Bu görüş doğaya egemen olması konusuyla ve zamanın her şeyi mükemmelleştirdiği görüşüyle Descartes’ta mevcuttur. Aydınlanmacılar arasında bu kavramın anlamı sınırsız bir ileriye gidiştir (Koselleck, 2007, p. 14).

Acem Mektupları isimli eseri ile meşhur olan Montesquieu Romalıların Büyüklük ve Çöküş Nedenleri isimli eserinde Roma’nın çöküşünü olgulara bağlı olarak açıklamaktadır. Ona göre Roma’yı yükselten ve daha sonra çökerten nedenler şahıslarda değil olgularda aranmalıdır. Bierstedt (1990, p. 23), bu çerçevede Montesquieu’nun tarihi anlaşılabilir kılmak için neden-sonuç ilişkilerini aradığını dile getirmektedir. Ancak onun toplumsal alanı neden sonuç ilişkilerine bağlı olgulara dayalı olarak açıklaması Yasaların Ruhu adlı eserinde gerçekleşmiştir. Bu eserin ön sözünde “önce insanları inceledim, yasaların ve geleneklerin sonsuz farklılığı içinde sadece kendi keyif ve isteklerine göre yönelmediklerini anladım” diyerek olguları inceleyerek yasalara ulaşmaya çalıştığını ifade etmektedir. Bu teori çerçevesinde Montesquieu toplumsal alanın coğrafi ve iklimsel belirlemeler çerçevesinde belirli bir çerçevede hareket ettiğini ortaya atmıştır. Ona göre bu kanunların anlaşılması yoluyla daha iyi bir toplum oluşturmanın imkânı ortaya çıkacaktır.


Montesquieu’ya göre aynı zamanda bir toplum tipini de yansıtan üç tür siyasal biçim mevcuttur. Buna göre değişik toplum biçimlerinin ifadesi olarak tarihte cumhuriyet (aristokrasi ve demokrasi de dâhil), monarşi veya despotizm şeklinde siyasi sistemler ortaya çıkmıştır. Soğuk iklimlere ve küçük devletlere uygun düşen Cumhuriyet’in yönetici ilkesi erdemdir. Eğer nüfus artarsa cumhuriyet idaresinin işlemesi mümkün değildir. Buna mukabil despotizm de sıcak iklimlerde, büyük devletlerde ve doğal ve mükemmel varlığına ulaştığı Doğu’nun geniş topraklarında meydana çıkar ve korkuya dayanır. Montesquieu’ya göre ılıman iklimin hâkim olduğu Avrupa’da ise orta boy devletlerde şan ve şerefe dayanan monarşik devlet görülmektedir.

📷


Fransız Aydınlanması’nda somutlaşan ilerleme fikrine belirginlik kazandıran isim olarak Turgot karşımıza çıkmaktadır. Çiğdem’in ifadesiyle “Turgot’un ilerleme fikri, tarihin evrensel tarih olarak kurgulanması ve bu kurgunun içerisinde tekil insan türünün bütün düşünsel ve toplumsal kazanımlarının, çöküş ve yükselişlerinin bilime bağlı bir ilerleme fikri etrafında bütünselleştirilmesine dayanmaktadır” (Çiğdem, 2001, pp. 42–43). Turgot’ya göre ilerleme bilimsel, teknolojik, ahlaki ve sanatsal alanlarda gözlemlenebilir. Bu alanlardaki gelişmelere bağlı olarak insanlık; avcılık-tabiata bağımlılık, tarım ve ticari-kentsel olmak üzere üç dönemden geçmiş ve herbirinde farklı dil, matematik ve resim sanatı ile ifadelendirilebilen toplum biçimlerine sahip olmuştur. İlerlemeye dünyevi (seküler) bir karakter kazandıran Condercet ise diğer bir önemli düşünürdür. Turgot’nun üç aşamalı dönemselleştirimine karşı, Concorcet İnsan Düşüncesinin Gelişimi Üstüne Tarihsel Bir Tablo Taslağı isimli eserinde biri gelecekte dokuzu geçmişte bulunan on aşamalı bir gelişim çizgisinden bahsetmektedir:

1. İnsanlar kabileler hâlinde bir araya gelirler;

2. Hayvancılıkla geçinen çoban halklar;

3. Tarımla uğraşan halkların alfabenin bulunuşuna kadar ki gelişimi;

4. Büyük İskender döneminden bilimlerin farklılaşmasına kadar Yunanda insan düşüncesinin gelişimi;

5. Farklılaşmadan gerileyişine kadar bilimlerin gelişimi;

6. Yaklaşık Haçlı seferleri dönemindeki canlanmaya kadar bilimlerin çöküşü;

7. Batıda ilk canlanışından matbaanın icadına kadar bilimlerin gelişimi;

8. Matbaanın icadından felsefe ve bilimlerin otoritenin boyunduruğunu sarstığı döneme kadar;

9. Descartes’tan Fransız Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar;

10. İnsan düşüncesinin gelecekteki değişimi.

📷


Son zamanlarda sosyal teorisyenleri hayli uğraştırmış olan değişim ve süreklilik konusunun vuzuha kavuşturulması gerekmektedir. Felsefede yüzyıllardır uğraşılan Zenon paradoksunda olduğu gibi toplumsal yapıda gerçekleşen değişimin aynı zamanda o yapının sürekliliğini temsil etmesi sosyoloji bakımından kavranması güç bir yapı ve değişim paradoksu meydana getirmektedir. Zenon paradoksunda hızlılığıyla meşhur mitolojik Aşil’in bir kaplumbağa ile yarışı ele alınmaktadır. Aşil aradaki hız farkı sebebiyle kaplumbağanın kendisinden bir miktar önde başlamasına müsaade etmiştir. Paradoks da burada başlamaktadır. Yarış başladığında Aşil’in kaplumbağayı geçebilmesi için, önce kaplumbağanın başlangıç noktası olan b noktasına varması gerekir. Ancak o bu noktaya vardığında, kaplumbağa biraz daha ilerlemiş ve b2 noktasına gelmiş olacaktır. Şimdi Aşil’in evvela bu b2 noktasına ulaşması gerekir. Ama oraya ulaştığında da kaplumbağa biraz daha ilerlemiş ve b3 noktasına varmış olacaktır. Paradoksa göre mesafe mantıken sonsuza kadar bölünebildiğine göre, Aşil ne kadar daha hızlı koşarsa koşsun, hiçbir zaman kaplumbağayı geçemeyecektir. Benzer bir paradoks toplumsal yapı ile değişim arasında mevcuttur. Bir yapı içerisinde değişimin gerçekleşmesi mevcut yapının unsurlarının kullanılması ile mümkündür. Dolayısıyla bir değişimin derecesini tespit etmek ve toplumsal yapının bunun neticesinde değişip değişmediğini analiz etmek hayli güçtür. Mevcut sistemin unsurları doğrultusunda gerçekleşen değişimlerin eski yapının kendisini devam ettirebilmek üzere desteklediği değişimler olması ihtimali oldukça yüksektir. Ali Gevgilili’nin ifade ettiği gibi hiçbir yapı, “benliğini tehdit eden yeni düzene kolay teslim olmaz. Toplumsal değişim olgusu; bu açıdan, bir iç direnç ve savaşımlar sürecidir.” (Gevgilili, 1989, s. 83). Bu dönüşüm, bazen derinlerde bazen de görülebilir bir biçimde çok büyük çalkantılar, sarsıntılar, devrimler şeklinde gerçekleşebilir.


Durkheim'in Nedensel İş Bölümü Modeli 

Comte, sosyal değişimi fikrî değişimlerin ve ilerlemelerin bir sonucu olarak görmektedir. Ona göre insanlığın gelişim seyri biyolojideki çeşitli organizma grupları arasındaki evrimsel ilişkiyi araştıran filogeni (phylogeny) veya bir organizmanın gelişimini anlatan ortogeninin (ontogeny) ortaya koyduğu gibi işlemektedir. Bu yönüyle Comte’un biyolojideki organizmacı ve işlevselci fikirleri sosyal yaşama uyarlayan ilk isim olduğu söylenebilir. Ona göre insanlığın gelişimi aynen bir insanın gelişimi gibi bir seyre sahiptir: Önce çocukluk çağı, ardından ergenlik ve olgunluk çağları gelmektedir. İnsanın gelişimindeki bu üç çağ aynı zamanda insanlığın üç aşamalı bir tarihsel çerçeve içinde anlatılmasına da yaramaktadır. Onun üç hâl kanunu olarak bilinen tasnifinde teolojik (kurgusal), metafizik (soyut) ve pozitif (bilimsel) aşamalar olarak adlandırdığı bu aşamaların her biri değişik toplum biçimlerini temsil etmekte ve her biri bir sonraki aşamayı hazırlamaktadır: İlki insan zekâsının kaçınılmaz hareket noktasıdır, üçüncüsü sabit ve değişmez durağı. İkincisi ise sadece birinciden üçüncüye geçişi sağlar. (Comte, 1856, pp. 25–26, 167, 533–540)


Comte’a göre bu üç aşamada bilimler de benzer bir gelişme göstermektedir: Birinci aşamada astronomi, ikincide fizik, kimya ve biyoloji ve nihayetinde sosyoloji gelişmiştir. Bilimler de toplum gibi basitten karmaşığa doğru bir seyir izlemektedirler. Bu bağlamda en sade bilim matematik iken en karmaşık bilim sosyolojidir. Yine toplumda olduğu gibi bilimlerde de karmaşıklık düzeyi arttıkça bilimler piramidinde daha yukarıda yer almaktadır. Bu yönüyle konusu ve metodu itibarıyla en karmaşık ve bilim olan sosyoloji bilimler hiyerarşisinde en üsttedir. Diğer bütün bilimler ona hazırlık sadedindedir. Comte sosyolojinin kullanacağı metotları gözlem, deney ve tarihsel karşılaştırma olarak sıralamaktadır. Deney temelde bu yöntemlerden en az kullanışlı olanıdır. Gözlem insan davranışlarını anlamak ve bir teoriye ulaşmak üzere kullanışlı bir yöntemdir. Ancak Comte’un en sık ve kapsamlı bir biçimde kullandığı yöntem tarihsel karşılaştırmadır. Bu yöntemle toplumsal gelişimin değişik aşamalarında yer alan toplum biçimleri karşılaştırılarak evrimin değişik aşamaları hakkında daha kapsamlı bir bilgiye ulaşılabilecektir. Comte’a göre “Eğer tarihsel karşılaştırmayı ihmal edersek sosyal evrimi ve sosyolojinin bilimsel orijinalliğini sağlayan esas fenomeni, nesillerin bir diğer üzerindeki daimi ve süreğen etkisini, anlayamayız.” (Comte, 1856, s. 488). Bu tür bir karşılaştırma tarihsel aşamaların gelişim yasaları hakkında bilgi sağlayacak ve sosyal düzen ve değişmeyi anlama hususunda daha iyi bir görüş sağlayacaktır. Ona göre sosyoloji eğer tarihsel bir evrim tarafından rehberlik edilmezse bir hiçtir.


Spencer’ın 1851’de yayımladığı ilk önemli kitabı Social Statics Lamark’ın biyolojik değişim mekanizmasını uyarlamaktaydı. Buna göre ebeveynlerin doğaya uyum yoluyla elde ettiği özellikler doğum yoluyla devredilmekteydi. Yaşamda kalma böylesi bir uyum ile mümkündü, aksi durumda uyum güçlüğü ortaya çıkacak ve yaşama şansı azalacaktır. Spencer’a (1851, s. 462) göre insan ve toplum yaşamında bunun görülme biçimi ileri düzeyde bireyselleşmedir. Bu sosyal yaşamda bir rekabet ortaya çıkarmakta ve insanın özgürlüğüne alan açmaktadır. Böylece insan özgürlüğü bireyselleşme ve yaşamın koşullarına uyum ağlama anlamına gelmekte ve sosyal ilerlemenin temel koşullarını meydana çıkarmaktadır. Spencer bu yolla tartışılagelen adalet sorununu ve bu sorun çerçevesinde devletin sosyal hayata müdahalesi tartışmasına normatif bir çözüm getirmekteydi. Eğer devlet sosyal yaşama müdahale ederse uyumun yasalarına müdahale etmiş olacak ve dolayısıyla sosyal düzenin işleyişini bozacaktır. Buradan hareketle Spencer, toplumların gelişimini embriyolojiden aldığı bir fikirle temellendirmektedir. Buna göre toplumlar işlev bakımından ilerlemeci bir uzmanlaşma yoluyla homojenden heterojene doğru bir evrim içerisindedirler. 1855’te kaleme aldığı Principles of Psychology isimli eserinde kalıtsallıktan toplumsallığa doğru bir geçiş gerçekleştirerek zihnî uyumdan bahsetmektedir (Spencer, 1910). Böylece biyolojinin belirleyiciliğinden sosyal yaşamın dünyasına doğru bir adım atmaktadır. Bu geçiş onun daha sonra Darwin ile karşılaştığında farklı açıklamalar geliştirebilmesinin temellerini teşkil etmektedir. Tüm bilgi dallarını sentezleme ve doğa bilimlerinde ortaya çıkan kavram ve yöntemleri toplumu açıklamada kullanma uğraşında olan bir bilim adamı olarak Spencer tipik bir on dokuzuncu yüzyıl bilginidir. The Study of Sociology isimli çalışmasında biyoloji ve psikolojinin yardımları ile dönemin temel problematiklerinden birisi olan birey-toplum münasebetlerine yeni açıklamalar geliştirmekte idi. Böylece sosyolojinin farklı bileşenler kazanmasında önemli bir rol oynamıştır (Spencer, 1876).


Spencer bu bakımdan faydacılık ile işlevselciliği birleştirmiş ve bir toplumsal değişim modeli ortaya çıkarmıştır. Spencer’in bu modelindeki en önemli kavramlar farklılaşma ve bütünleşme kavram çiftidir. Yukarıda belirtildiği gibi Smith’ten beri Avrupa sosyal düşüncesinde toplumun gelişimine dair iş bölümü ve uzmanlaşma temele alınmakta idi. Özellikle sanayi olgusuyla birlikte düşünüldüğünde toplumun gelişiminde iktisadi etkenlere bir vurgu yapılmaktadır. Spencer da bu bağlamda toplumsal değişmeyi iş bölümü etrafında ele almakta ve karşılaştırmalı tarihsel modeller yoluyla bu fikri modern topluma uygulamaktadır.

Evrim bir entegrasyon ve hareketin dağıtıcılığına eşlik etme meselesidir; bu süreçte göreceli olarak daha belirsiz ve tutarsız bir homojenlikten göreceli olarak daha belirli ve tutarlı bir heterojenliğe doğru geçilir. (Spencer, 1900, p. 367)


“… insanların, içinde üretimde bulundukları toplumsal ilişkiler, toplumsal üretim ilişkileri, maddi üretim araçlarındaki, üretici güçlerdeki değişme ve gelişme ile birlikte değişir, değişik bir biçim alır. Üretim ilişkileri bir bütün hâlinde toplumsal ilişkiler denilen şeyi, toplumu ve özellikle, belirli bir tarihsel gelişme aşamasındaki bir toplumu, özgün, ayırt edici nitelikte bir toplumu oluşturur.” (Marx, 1976, s. 211-212)


Poggi (1972, s. 186), Durkheim’in toplum modelinin üç ana bileşeni olduğunu ifade etmektedir: morfolojik, kurumsal ve dayanışma. Morfolojik ögeler arasında toplumun boyutları, toplumsal mekânın fiziki koşullarının düzenlenmesi, nüfusun büyüklüğü ve yerleşimi, toplumdaki aktivitelerin çeşitlenmesi bulunmaktadır. Akrabalık, din, hukuk ve siyaset gibi kurumsal yapılar bu morfolojik zeminin üzerine bina edilmektedir. Ona göre morfolojik ögeler toplumsal değişmede bağımsız değişkeni teşkil ederken, kurumsal ögeler bağımlı değişkendir. Dayanışma ise bu ikisi arasındaki ilişki biçimini tayin eden değişkendir. Toplumdaki morfolojik ögelerden birinin ya da bir kaçının değişmesi dayanışma biçiminin farklılaşmasına ve yeni kurumsal yapıların ortaya çıkmasına yol açar.


84 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Felsefe

Empedokles kendisinden önce felsefede hiç ele alınmamış bir sorunu inceler: nesneler arasında görülen varoluş ve bozuluşun nedeni nedir...

Aile sosyolojısı

Günümüzde gençlere, aile kurmak dediğimiz zaman öncelikle eş adaylarının birbirlerini tanıma/tanışma süreci ve bir dizi aşaması olan...

Comments


bottom of page