Empedokles kendisinden önce felsefede hiç ele alınmamış bir sorunu inceler: nesneler arasında görülen varoluş ve bozuluşun nedeni nedir ve hangi güçler bu sürece aracılık eder? Bu soruya Empedokles sevgi ve nefret olarak adlandırdığı iki etkin güç öne sürerek cevap verir. Empedokles’e göre sevginin etkisiyle kök-öğeler birleşir, nefretin etsiyle ayrışır. Sevgi, insanların iyi düşünceler üretmelerini ve iyi işler yapmalarını sağlayan güçtür. Öte yandan, nefret ise dünyaya acı ve günah getiren güçtür. Bu iki güç sırayla birbirine üstünlük sağlar. Evren sevginin egemen olduğu bir dönemde başlamıştır. Daha sonra, her şeyin birlik içinde ve uyumlu olduğu bir zamanda, nefret işe girerek şeyleri birbirinden ayırmaya başlar. Sonuçta sürekli olarak evrende bu iki etkin güç birbirlerini izleyerek etki eder. Burada dikkat edilmesi gereken nokta sevgi ve nefretin maddi güçleri olmasıdır çünkü bu dönem felsefi tasarımda henüz soyut güçlerin bulunmadığı bir dönemdir. Bu bağlamda önemli olan Empedokles’in varlığı farklı yanlarıyla inceleyip hareket edenleri, hareket ettiricilerden ayırmasıdır.
Egemenlik sevgide olduğu zaman, kök-öğeler eriyip birbirlerine karışır. Egemen olan nefret olduğu zaman ise, kök-öğeler, merkezde toprak ve çevrede ateş̧ olmak üzere, ortak merkezli ayrı katlarda var olurlar. Canlı yaratıklar da, tıpkı diğer doğal cisimler gibi, kök-öğelerin rastlantısal olan karışımlarının sonucudur.
SOFISTLER
Sofistler, bilgi anlayışları bakımından felsefe tarihinin ilk kuşkucularındandırlar. Kuşkuculuk kesin ve değişmez türde bilgilerinin olanağına şüpheyle bakan felsefi yaklaşımdır. Bu bakımdan bir sofist açısından genel geçer bir bilgiden söz edilemez. Bilgi, bilen özneye göre değişir, bundan ötürü bilgide görecelik bulunur. Dolayısıyla önceki filozoflarda gördüğümüz gibi görünenlerin arkasında olduğu varsayılan bir hakikate sofistler kuşkuyla bakar. Onlara göre akılla kavranan hakikat değil, duyu bilgisindeki gerçeklik önemlidir. Duyu bilgi görecelidir, bu nedenle kişiden kişiye göre değişir. Doğruluk da kişiden kişiye değişir. Sofistler, matematik ve geometri dışından diğer doğruluk olarak görünen şeylerde de anlaşmanın olmayacağını düşünürler. Bundan ötürü bilgide doğruluk ve hakikat yerine geçerliliğin gelmesi gerektiğini savunurlar.
1. Erdem öğretilebilir mi, öğretilemez mi?
2. Hangi tür erdemler öğretilebilir, hangi tür erdemler öğretilemez?
3. Toplumsal değerler nasıl ortaya çıktı?
4. Genel geçer bir adalet mümkün mü? Güçlünün adaletiyle güçsüzün adaleti bir mi?
5. İyi nedir? Güzel nedir? Doğru nedir?
6. Değerler benim bir davranış biçimim mi, yoksa toplumsal olarak bana dayatılan bir şey mi?
7. Devlet insanlar açısından zorunlu bir yapı mı?
8. Dil insana tanrıların bir armağanı mı?
9. Diller nasıl meydana gelmiştir?
GORGIAS
Gorgias bilgi felsefesinin önemli sorunlarına değinip, gerçekliğe karşılık gelen bir düşünce ile hiçbir gerçeklikle bağdaşmayan düşünce arasında ayrım yapmanın belli güçlükleri olduğuna işaret eder. Var Olan veya Doğa Üzerine adlı eserinde şu tezleri öne sürer:
1. Hiçbir şey var olamaz. (Eğer bir şey var olursa, var olan veya var olmayan, ya da hem var olan hem de var olmayan olmalıdır.)
a. Var olmayan, var olamaz. b. Var olan, var olamaz
i. ebedi olarak ii. yaratılmış olarak iii. ebedi ve yaratılmış olarak iv. bir olarak v. çok olarak
c. Var olanın ve var olmayanın karışımı olarak, var olamaz.
2. Bir şey var olsa bile, kavranamaz
3. Kavransa bile, ifade edilemez.
Protagoras’ın eserlerinden elimize kalan parçalar şöyledir:
Gerçek adlı eserinden: “Her şeyin ölçüsü insandır, var olan şeylerin varlıkların, var olmayan şeylerin yoklukların ölçüsüdür.”
Büyük Tez adlı eserinden: “Öğretim, yetenek ve çalışmaya muhtaçtır. Öğrenmeye gençken başlamak gerekir.”
Tanrılar Hakkında adlı eserinden:
“Tanrılar hakkında bir belirlemede bulanamıyorum, ne var oldukları ne olmadıkları ne de nasıl bir biçime sahip oldukları hakkında; çünkü bu konuda bilgi edinmeyi çok şey engelliyor: Sorunun belirsizliği ve insan ömrünün kısalığı.”
“Her şey hakkında birbiri ile çelişen iki fikir söylemek mümkün.”
“Herhangi bir şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse yine senin için de öyledir. Üşüyen için rüzgâr soğuk, üşümeyen için soğuk değildir”
Hakkında anlatılanlar uyarınca Protagoras’ın yenilikçi yanlarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Matematik dışında her konuda birbirine karşıt iki görüş açısının bulunduğunu ilkin Protagoras öne sürer.
2. Bir konuşmada dinleyicilere sorular yönelterek, dinleyicilerin sonuçlar çıkarması yöntemini ilk o kullanır.
3. Zaman bölümlerini ilk ayırt eden o olmuştur. ‘Tam zamanında’ ifadesinin anlamı üzerinde düşündüğü ve konuda tartışma açtığı söylenir.
4. Ortaya atılan bir konu hakkında çok düşünmeden, doğaçlama konuşarak hemen cevap vermeyi de ilkin onun yaptığı bildirilir.
5. Duyum ve algıların öznel ve göreli olduğunu da savunur. Sözgelimi elimizde biri sıcak, öteki soğuk, üçüncüsü de ılık su ile dolu üç kap olsun. Önce, bir elimi sıcak su dolu kaba, öteki elimi de soğuk su dolu kaba sokayım. Ardından her iki elimi birlikte ılık su dolu kaba sokayım. Sonuçta aynı ılık su, bir elime soğuk öteki elime sıcak gelecektir. Acaba doğru olan hangi elimdir? Acaba duyusal izlenimler de insanın yaşına ve bedensel durumuna göre dönüşüp değişir mi Görüldüğü üzere Protogoras, öznelci yaklaşımı felsefesinin temeline koyar. Ona göre her tasarım ve düşünce kendi bakımından doğrudur çünkü doğruluk görelidir.
Sokrates’in tanımlarla ilgili üzerinde durduğu diğer noktalar ise şunlardır:
1. Sokrates’e göre tanımlanan şeyin tek bir özelliği, o şeyin bütün özelliği olarak görmek hatalıdır. Örneğin sayıyı yalnızca bir sayısı olarak görmek ya da geometrik şekli yalnızca üçgen olarak görmek hatalıdır.
2. Tanım, tanımlanan şeyin tüm örneklerine uymak zorundadır.
3. Tanım, tanıma uyan şey değildir. Sözgelimi ‘masa nedir?’in karşılığında beklenen tanım, örneğin karşımda durduğunu varsaydığım şu masayı göstererek verilemez.
PLATON - Ruh Öğretisi
Platon’un idealar öğretisi onu ruhun ölümsüzlüğü düşüncesine götürür. Kuşkusuz bu tutumunda Sokrates’in ruhun özü bakımından geçici dünyaya değil de, ebedi dünyaya bağlı olduğu düşüncesinin büyük payı bulunur. Öte yandan İtalya’da yakından tanıştığı Phytagorasçı dinsel öğretinin de Platon üzerinde etkisi olur. Phytagorasçılar ruhun ölümsüzlüğüne inanır. Bu iki etkiyle Platon bedeni, yeryüzündeki yaşamından önce tanışıklık içinde olduğu İdealar dünyasına ulaşabilmek için, kurtulmak istediği, bir tutukevi ve bir mezar olarak betimler. Platon’un bu görüşleri Yunan yerleşik inancına aykırı düştüğünü belirtmek gerekir. Geleneksel Yunan ruh (pshyche) anlayışı, ruhun bedeni canlandıran, ancak kendisi de bedene bağımlı olan bir nefes ya da buhar olduğudur. Yunanlar ölüm sırasında, beden yok olunca ve evsiz barksız kalan ruhun solgun ve silik bir varoluşa geçtiğine inanır. Bu bakımdan geleneksel Yunan düşüncesi bu dünyada yaşamaya vurgu yapar. Platon ise ruhun, bedenin ölmesinden sonra yaşadığını savunur. Hatta ruh, bedeni yaşarken yaptıkları uyarınca cezalandırılır ya da ödüllendirilir. Platon’a göre ruh üç parçalı yapıdadır: arzular, cesaret ve akıl. Erdem, ruhun bu üç yanının birlikte iş görmesidir.
ARISTOTELES
Sağduyu ve deneyim felsefesinin temelleridir. Aristoteles doğayı duyulara göründüğü gibi ele almak ister. Bu bakımdan gözlemi çok önemser. Bu bakımdan hocası Platon’dan ayrılır. Platon idealara yönelirken Aristoteles tek tek şeyleri inceleme konusu yapar. Tek tek şeyler bir kavram altına getirildiğinde ancak bilgi durumuna gelir. Kavram altına getirme ve sınıflandırma Aristoteles felsefesinin en önemli yanıdır. O belki de felsefe tarihinin en sistematik filozofudur. Aristoteles’in çalışmalarının büyük çoğunluğunun canlılar hakkında olmasın da onun sistemci yanıyla kuşkusuz ilgisi vardır.
Aristoteles adıyla en çok anılan kavramlardan biri metafiziktir.
Aristoteles’in eserleri içerisinde ilk sırayı mantık alır ve genellikle mantığın kurucusu olarak görülür. Organon (alet) adıyla bilinen eserinde mantık çalışmaları bir araya getirilmiştir. Aristoteles açısından mantık, herhangi bir bilimle uğraşmadan önce kazanılması gereken bilgidir.
Aristoteles’e göre her tür var olan, bir nedenden dolayı değişim ya da değişmeme durumu içerisindedir.
Nedenler
Aristoteles, değişimi daha ayrıntılı açıklamak için dört neden sıralar:
1. Değişme uğrayan bir özne olmalıdır
2. Değişimin kendisine göre gerçekleştiği bir form olmalıdır.
3. Değişimi sağlayan bir etkinlik olmalıdır.
4. Değişim belli bir ereğe göre gerçekleşir.
Bir örnekle değişimi açıklamaya çalışalım. Diyelim ki, elimde tunçtan bir heykel olsun. Bu heykelin malzemesi, sözgelimi tunç onun maddi nedenidir. Bu heykelin ne heykeli olduğu sözgelimi bir kurbağa heykeli olması onun formel nedenidir. Bu heykeli yapan bir kişinin olması onun etkin nedenidir. Bu heykelin niçin yapıldığı ise onun ereksel nedenidir.
Aristoteles açısından kategoriler, töz, zaman, bağıntı, nitelik, yer, nicelik, etkinlik, iyelik, durum, edilginliktir. Her önermede bu kategorilerin tamamının bulunması gerekmez. Bununla birlikte kategoriler, birbirlerine indirgenemez.
Başlarken sorduğumuz ‘Bir nesneyi hangi bakımlardan bilebiliriz?’ sorusunu şimdi kategoriler aracılığıyla daha belirgin olarak şöyle yanıtlayabiliriz:
1. İlk önce nesnenin kendisi bakımından bilebiliriz. Aristoteles buna töz demektedir. Töz, diğer tüm kategorilerin varlığa yüklemlenebilmesini sağlar. Töz aynı zamanda Aristoteles’in en çok üzerinde durduğu kategoridir. Aristoteles’in değişim sorununa katkısını anlamak açısından tözü aşağıda daha ayrıntılı ele alacağız.
2. Nesneyi belli bir zaman nicelik bakımından biliriz. Örneğin, dün, yarın, öğlen, geçen yıl vb.
3. Nesneyi öteki nesneler ile bağıntısı bakımından biliriz. Örneğin daha büyük, daha küçük, vb.
4. Nesneyi belli bir nitelik bakımından biliriz. Örneğin, sıcak, soğuk, sarı, tatlı vb.
5. Nesneyi belli bir yer bakımından biliriz. Örneğin, evde, çarşıda, Laleli’de vb.
6. Nesneyi belli bir nicelik bakımından biliriz. Örneğin bir, iki, çok vb.
7. Nesneyi belli bir etkinlik bakımından biliriz. Örneğin gezer, geziyor, gezmiştir vb.
8. Nesneyi belli bir iyelik bakımından biliriz. Örneğin bıçaklı, arabalı, telefonlu vb.
9. Nesneyi belli bir durum bakımından biliriz. Örneğin oturuyor, gülüyor, duruyor vb.
10. Nesneyi belli bir edilginlik bakımından biliriz. Örneğin kovalanıyor, dinleniyor, gözleniyor vb.
Yukarıda belirttiğimiz gibi töz kategorisi tüm diğer kategorilerin taşıyıcısıdır. Aristoteles, Metafizik’te kavramların genel tanımlarını verdiği V. Kitap’ta töz için şu açıklamaları yapar:
“ ‘Töz’ (a) basit cisimlerdir, örneğin, toprak, ateş, su ve benzerleri; genel olarak cisimler ve cisimlerden oluşan parçalarını da içerecek biçimde tanrısal veya canlı olan şeyler. Bütün bunların töz diye adlandırılmalarının nedeni, onların herhangi bir taşıyıcıya yüklenmiyor oluşları aksine diğer şeylerin onlara yüklemleniyor olmalarıdır. (...) (c) Şeylerde içkin olan ve onların bireyselliklerini belirten ve tanımlayan, yok olmaları durumunda bütününde yok olmasına yol açacak olanlar; örneğin, yüzey cisme özseldir (bazılarının dediği gibi), doğru da yüzeye özseldir. (...) (d) benzer şekilde öz ki ifade edilmesi tanımı verir, her tekil şeyin tözü olarak adlandırılır.”
Tözlerin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Diğer kategorilerin dayanağı (substratum) tözdür.
2. Bu bakımdan başta gelendir.
3. Töz başka bir şeye yüklemlenemez.
4. Bir önermede töz her zaman öznedir.
5. Diğer kategorilerin tersine tözün karşıtı olmaz.
6. Tüm değişiklere rağmen değişmeden kalır.
Amaçlar ve iyiler arasında, daha az iyi ve amaç olanlardan, daha iyi ve amaç olanlara doğru giden bir hiyerarşisi vardır. Kendisi uğruna arzulanan, daha fazla amaçlanan ve daha iyidir.
Dolayısıyla bu hiyerarşinin en yukarısında, sadece kendisi uğruna arzulanan en yüksek amaç ve en yüksek iyi olmalıdır.
Bu durumda en yüksek iyinin özelliklerinin şunlar olduğu söylenebilir:
1. Kendi uğruna istenir.
2. Başka hiçbir şey uğruna istenmez.
3. Başka her şey onun uğruna istenir.
Aristoteles bu en yüksek iyiye ya da en yüksek amaca herkesin eudaimonia dediğini söyler. Eudaimonia, kökeni açısından ‘iyi bir cin tarafından korunan’ anlamına gelirken, ‘şansın yerinde olması anlamında da kullanılır. Sözcük geleneksel olarak, ‘mutluluk’ olarak çevrilir. ‘İyi olmak’ anlamında çevirenler de görülür.
Ne tür bir yaşamın eudaimonia olduğuna farklı yanıtlar verilmiştir. Bu sorunun yanıtını araştıran Aristoteles kendi toplumunda dört tür yaşam olduğunu belirtir:
1. Hazzı amaçlayan yaşam. Köleler ve hayvanlar böyle bir yaşam sürer.
2. Politik şöhret ve onuru hedefleyen yaşam.
3. Mal, mülk peşinde yaşam.
4. Felsefi yaşam.
Aristoteles bu dört tarz yaşamın hangisinin eudaimonia olabileceği araştırmasına girişir.
Eudaimonia insanın en yüksek amacıdır ve en yüksek iyidir. Peki insan varlığı için en yüksek iyi nasıl bulunabilir?
Aristoteles’e göre her varlığın kendine göre işlevi/işi bulunur. Bir varlığın kendine özgü işlevi bilinirse, en yüksek amacı da kavranır. Çünkü o varlığın en yüksek amacı kendine özgü işlevini gerçekleştirmesidir.
O halde insanın en yüksek amacı da, işlevini en iyi biçimde gerçekleştirmesidir. Peki insanın işlevi nedir?
Bir şeyin işlevi onu diğer varlıklardan ayıran, ona özgü olan şeydir. Bu açıdan insanın işlevini bulmak için onu diğer varlıklardan ayıran, ona özgü olan yanı bulmalıyız. İnsanın hareket etmesi, beslenmesi, durması, nefes alması vb. özellikler hiçbir bakımdan ona özgü değildir; çünkü bu yanlar hayvanlar ya da bitkilerle ortaktır.Diğer varlıklarda olmayan sadece insan özgü olan yan Aristoteles’e göre insanın akıl yetisidir. O zaman sorumuza geri dönecek olursak, insana özgü olan, dolayısıyla insanın işlevi, akıl sahibi unsurun eyleminden meydana gelen bir yaşamdır.
Bu bakımdan, insanın en yüksek amacı, yani eudaimoniası, aklını en iyi biçimde kullanmasıdır.
Aristoteles’e göre bu varlıklar eğer kendilerine özgü erdeme göre davranırlarsa işlevlerini en iyi biçimde gerçekleştirebilirler. Sözgelimi gitarist ona özgü olan gitar çalma erdemini taşıyorsa ve onu en üst düzeyde yerine getiriyorsa gitar çalma işlevini en iyi biçimde gerçekleştirmiş olur.
O halde eudaimonia, insanın akli etkinliğini, kendine özgü erdeme göre, eğer birden fazla erdem varsa, bunlardan en mükemmel olanına göre gerçekleştirmesidir. Öyleyse sorulması gereken soru insanın akıl yanına özgü erdemlerin ne olduğu ve bunlardan hangisinin en mükemmel olduğudur.
Aristoteles insanın akli yönünü ikiye ayırır.
Karakter erdemleri ya da ahlaki erdemler. Bunlar cesaret, ölçülülük vb. gibi erdemlerdir.
Akıl erdemleri. Bunlarsa pratik bilgelik, teorik bilgelik vb. gibi erdemlerdir.
Aristoteles incelemesinin sonucunda insanın akıl yanıyla en mükemmel erdeminin teorik bilgelik olduğu sonucuna varır.
KÖPEKSİLER
Köpeksilere göre nasıl yaşanacağına gelişigüzel biçimde karar verilemez. Arete peşinde bir hayat bilgisiz olmaksızın gerçekleşemez çünkü ancak bilgi kişiye neyi seçmenin değerli olduğunu gösterir. Öte yandan salt bilgi de areteyi sağlamaz. Bilgi yalnızca kuramsal düzeyde kalmamalı aynı zamanda yaşanmalıdır.
Köpeksilik okulunun kurucusu Sofist Gorgias’ın öğrencisi olan Antisthenes’tir (İÖ. 445-365). Antisthenes’in Sokrates’i dinlemek için her gün Pire’den Atina’ya yürüdüğü anlatılır. Sokrates’in etkisiyle kendini bilme ve kendine egemen olmayı savunur. Sabır ve dirence vurgu yapan bir felsefi tutum takınır. Antisthenes’e göre haz duymak insanı köleleştiren bir eğilimdir bu yüzden “hazdan, deli olmaktan daha çok korkarım” demektedir. Hazzın karşısına insanı çelikleştiren güçlük ve sıkıntı konmalıdır. Hazlar ve dışarıdan gelen şeylere karşı ilgisizlik insanı özgürleştirir.
İnsanın bağımlılıklarından kurtuldukça özgürleştiğini savunur. Doğaya uygun yaşamayı önerir. Ona göre insan yalnızca kendi kendine dayanmalıdır. Arete dolu bir yaşam insanı bağımsız yapar, böyle bir bağımsızlığa erişmiş bilge kişi de bütün isteklerinden kendini sıyırır.
EPIKUROS
Sisamlı Epikuros’a (MÖ 341 - 270) göre felsefenin amacı iyi bir hayat yaşamak ve mutluluğa ulaşmaktır. İnsanın hayatta aradığı hazdır. Bu nedenle yaşam acıdan arındırılıp iyinin peşinde olunmalıdır. Fakat bu nasıl olanaklıdır? Epikuros’a göre yalın bir yaşamı seçmek, barışçıl yaşamak aracılığıyla olanaklıdır. Yalın bir yaşam ise elinde olmayanları arzulamamakla başlar. Örneğin yeterince para yoksa daha iyi bir evde oturma arzusundan kaçınma ya da elde edilemeyecek bir istek uğruna kederlenmek gibi beklentilerden kaçınarak.
Epikuros’a göre istenen ne kadar yalın ise gerçekleşemesi de o kadar kolay olur. Hep daha fazlasını isteyen bir yaşam uzak durulması gereken bir yaşamdır. Kişi için istemesinin dayanağı kendisidir. Bir başkasına gerek duymadan elde edebileceğini isteyen isteğine yakın olandır.
Epikuros açısından iyinin ölçütü duygulardır. İnsan doğal olarak acıdan kaçar. Şu durumda insan için en yüksek iyi, hazdır. Kişinin bütünlüğü için yapması gereken gelecek hazlara yönelmektense geçmiş hazları anımsamaktır. Gelecek belirsizdir ama geçmiş yaşanmıştır. Öyleyse geçmiş hazları yaşatmak şimdiki sıkıntıların dağıtılmasına yardımcı olur. Bununla birlikte ruhsal acı bedensel acıdan daha kötü, ruhsal haz, bedensel hazdan üstündür. Epikuros’un hazdan anladığı bedenin acıdan ruhun kaygıdan arındırılmasıdır. Haz dolu bir hayatı meydana getiren yeme, içme, cinsellik değil aklı kullanmadır. Hazzı yaşamanın karşısında duran en büyük korku ölüm korkusudur.
Epikuros ölüm korkususun gereksiz bir korku olduğunu savunarak şu biçimde akıl yürütür. Ölümden neden korkarız? Biri canlıysa orada zaten ölüm yoktur, ölüm varsa ise canlılık yoktur. Dolayısıyla ölüm ve can birlikte olabilen iki şey değil, biri varken diğeri olmayan şeylerdir. Bu bakımdan canlı birinin ölümden korkması son derece anlamsızdır Şöyle demektedir: “Ölüm ne yaşayanları ilgilendirir ne de ölüleri, çünkü yaşayanlar için ölüm yoktur, ölülerin ise zaten kendileri yoktur.”
Epikuros arzuları doğal ve doğal olmayan olmak üzere ikiye ayırır. Ardından doğal arzuları da zorunlu ve zorunlu olmayan olarak bölümler. Doğal zorunlu arzular beslenme, barınma gibi tatmini kolay ama aynı zamanda yüksek haz verir. Doğal zorunlu olmayan arzular ise taşkın sofralar, kaliteli şarap gibi arzu veren fazlasının sorunu yol açtığı arzulardır. Doğal olmayan ve zorunlu olmayanlar ise güç isteği, iktidar, ün gibi arzulardır. Doğal ve zorunlu hazların giderilmesi bağımsız yaşamak için yeterlidir.
Epiküros’a göre gönençli bir yaşam için şunlar izlenmelidir:
1-Peşinde olunan hazzı hiç bir acının izlememesine özen göstermek.
2-Sonucunda haz bulunmayan acılardan kaçınmak.
3-Daha büyük hazlara engel olan ve sonucu acı olacak önemsiz hazlardan vazgeçmek.
4-Daha büyük bir acıdan kurtaracak ve daha yüksek bir hazza ulaştıracak olan acılara katlanmak.
Görüldüğü üzere Epikuros kişinin mutluluğu açısında doğal bir temel olan hazzı ölçülü biçimde doyurmanın peşindedir.
STOACILIK
Stoacılığın özlü anlatımlarından biri başa gelen felaketleri soğukkanlı karşılamaktır. Bu bakımdan Stoacılık katlanmayı öğreten felsefe okuludur. Yaşamın karmaşası içinde türlü durumların etkisinde bulunan insan başına gelenler konusunda her zaman etkin olamaz. Elinde olmadan deneyimledikleri kişiye sıkıntı ya da keder getiriyorsa kişi ne yapmalıdır? Stoacılık açısından yapılacak en iyi şey bunlara kayıtsız kalmak ve başına gelenlere katlanmaktır. Burada sözü edilinen türlü istekler peşinde koşup bunların karşılanmamasının getirdiği hoşnutsuzluk değil, bir kişinin bütünüyle isteğinin dışında karşılaştıklarıdır. Hiçbir etkinliği olmadığı durumda birinin başına gelenler ona acı vermemelidir.
Stoacılık açısından doğru yaşam, doğaya uygun yaşamdır. Böylesi bir yaşamın ne olduğunun ortaya çıkarıtılması insan doğasının kendine özgü yanının ne olduğunun açık kılınmasıyla ilgilidir. Bu yüzden Stoacolar insan doğasının neliğini araştırır. Bitkinin doğası beslenmek ve büyümektir. Hayvanın doğası ise beslenme ve büyümeye ek olarak üreme, duyum ve hareketten meydana gelir. İnsan bitkilerin ve hayvanların deneyimlediklerinden farklı olarak akıl taşır. Dolayısıyla insan için ayırt edici doğa aklıdır. Doğru yaşam doğaya uygun yaşamaksa, insana düşen akla uygun yaşamaktır.
İnsanın aklını kullanmasını, düşünerek eylemesini engelleyen yanlar insan doğasına aykırı ve ona uygun olmayan yanlardır. Bu durumda sorulması gereken aklın kullanmasına neyin engel olduğudur. Stoacılara göre ölçüsüz tutkular, arzular, beklentiler vb. insanın aklının kullanmasına gölge düşürür.
Stoacılar açısından doğa, küçük ve büyük doğa olmak üzere iki düzeydedir. Küçük doğa tek tek var olanlara ilişkinken, büyük doğa tüm varlıkların bir arada olma durumudur. İnsan için mutluluk, herkeste bulunan ‘daimon’un, kendi küçük doğası ile büyük doğası arasında kurduğu uyumu sağlamasıdır. Bu uyum yetinmesini ve katlanmasını bilmekle ilgilidir. Şimdi başıma gelen bir kötülük hayatın bütünselliği içinde iyiliğe dönüşebilir. Aynı biçimde belli bir bağlam açısından hoşnutsuzluk olarak görülen, başka bağlamlar açısından olumlulukları barındırabilir bu nedenle sabırla başa gelene katlanmak gerekir.
Doğaya uygun yaşamanın bir başka koşulu kendini korumadır. Bu kendini koruma bir iç sevgisi, kendine değer verme ve benlik sevgisi olarak yorumlanabilir. Yaşamın amacı haz duymak değil kendi içsel bütünlüğünü korumaktır. Kimi zaman bütünlüğü korumak acıların, sıkıntıların üstesinden gelmeyi gerektirir. Stoacıların kendini koruma, kendine ve olduğu biçime değer verme, başkasına sevgi ve ilgiyi kapsayacak biçimde genişler. Bu genişleme insanlar arasındaki doğal yakınlık, özdeşleyim üzerinden düşünüldüğünde toplumsal birliktelik için zemin olur.
KUŞKUCULUK
Ona göre hiç kimse bir şey bilemez, hatta bu bile kesin değildir. Doğru olduğuna inanılan şeyler güvenilmezdir çünkü her zaman her konuda yanılma olasılığı bulunabilir. Bu bakımdan her şey sorgulanabilir, her şeyden şüphe edilebilir. Dolayısıyla yapılabilinecek en iyi şey, açık fikirli olmaktır. Açık fikirli olmamak yanılıyor olabileceğini hesaba katmadan bir düşünceye körü körüne bağlı kalmaktır.
Başka türlüsünü olanaklı kılan seçenekleri göz önünde tutmadan bir düşünceye bağlı kalmak hayal kırıklığı olasığını arttırır. Pyrrhon’a göre mutlu olmak isteyen biri kendine şu üç soruyu sormalıdır: Nesnelerin gerçek yapısı nedir? Nesneler karşısında tavrımız ne olmalıdır? Nesneler karşısında doğru bir tavır ne kazandırır? Bu sorular hakkında verilecek yanıtlara baktığımızda ilk yanıtın dünyanın neye benzediğinin kesinlikle bilinemez olduğudur .
Her arzu, bir şeyin diğerinden daha iyi olduğuna duyulan inançtır. Arzulananın elde edilememesi kişiyi mutsuz yapar. Oysa, bu mutsuzluğun bir temeli bulunmamaktadır çünkü bir şeyin diğerinden daha iyi olup olmadığı bilinemez. Dolayısıyla mutlu olmak için, kendimizi arzularımızdan kurtarmamız ve işlerin nasıl sonuçlanacağıyla ilgilenmememiz gerekir. Doğru yaşamanın yolu budur. Hiçbir şeyin önemli olmadığı varsayıldığında iç huzuru bozacak bir şey bulunmaz. Üçüncü yanıtı ise kendi öğretisi izlendiğinde herhangi bir şey hakkında ne söyleneceği bilinmediğinden sessiz kalınır. Böylelikle kişi bütün endişelerden arınır. Bu da bir insanın hayattan bekleyebileceği en iyi şeydir.
Bu notlar İÜ AUZEF Felsefe Tarihi Sorunları I ders notları. Paylaştığınız linkler çalışmıyor. Yazar olarak kendi isminiz yazılı. Başka yazılarda link bile bulunmuyor. İntihal emek hırsızlığıdır, suçtur!!